Edebiyat Terimleri

AABSOLUTİZMMutlakçılık. Herhangi bir eserde ya da ilkede bir ebedinin varlığına ve değişmezliğine inanmak, eseri ya da ilkeyi bu değişmeze göre incelemek.AÇIKLAMAEdebi bir eseri geniş okuyucu kitleleri için anlaşılabilir hale...

Başlatan: Maui - Güncelleme: 03 Ekim 2022, 15:56:21 - Gösterim: 909

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Edebiyat Terimleri


L

LÂEDRİ
Arapça sözcük anlamı "bilmiyorum" demek. Yazarı bilinmeyen eserler için kullanılır.


LEBDEĞMEZ
İçinde "dudak sessiz harfleri" (yani b, f, m, p, v) diye tanımlanan harfler bulunmayan sözcüklerle yazılmış şiirlerdir. "Dudakdeğmez" adı da verilir. Divan edebiyatında az başvurulan bir yöntemdir. Asıl halk edebiyatımızda kullanılır. Bu türde şiirler söylemek bir ustalık işareti sayılır. Örnek:
Tarik-i aşka gir ehl-i Hüdâ ol
Gönül gel layık-i her itilâ ol
Dilersen dehrde âzâde serlik
Gurur-i câhı terk eyle gedâ ol
Cidâl-i kîl ukale yok nihâyet
Ricalû'llah ile hâl-âşina ol
Çekil izzetle uzlet gûşesine
Azîz ol derd-î şöhretten cûda ol
Dokunmaz leb lebe Remzi okurken
Dehân-i dil-bere nükte nümâ ol
Ahmet Remzi Dede
(Sadece son beyitte dudak sessiz harfleri var)

LİRİK ŞİİR
Din, doğa, aşk, özlem, gurbet, vatan, ölüm gibi konularda kişisel duygulanımların dile getirildiği, çoşkulu bir anlatımın kullanıldığı şiirlerdir. Eski Yunan edebiyatında şairler şiirlerini genellikle lir eşliğinde söylediği için isim buradan kaynaklanır. Türk edebiyatında bir dönem bir tür telli saz olan rebab ile şiir söylendiği için lirik şiire "rebabi" denildi. Divan edebiyatında gazel, murabba, şarkı, halk edebiyatımızda koşma ve semailer lirik şiire örnek verilebilir.
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

M

MAKLUB
Harfleri tersten sıralandığında yine aynı sözcük çıkan sözcükler. Örneğin mum, bab, aba gibi.

MAZMUN
Bir dizenin bir ifadenin taşıdığı ve onlardan herkesin anladığı gerçek ya da mecaz anlama, asıl anlamı yanında taşıyan bir isme, bir atasözüne, âyete, hâdise, olaya, bir şeyi onun özelliklerini çağrıştıracak sözcük ya da sözcük gruplarının veya dizelerin içine yerleştirmeye mazmun denir. Örnek:
Çıhma yârim giceler ağyar te'nından sakın
Sen meh-i evc-i melâhatsin bu noksândır sana
Fuzulî
(Sevgilim, gece yarıları dışarı çıkma, yabancıların ayıplarından sakın. Sen güzellik göğünün en yüksek yerindeki dolunaysın, gece çıkmak sana yakışmaz, kusur sayılır.)
Fuzuli'nin bu beytinde sevgili, güzelliğin doruğundaki aya benzetiliyor. Ayın en güzel hali dolunaydır. Dolunay güneşin batmasından önce doğar. Dolunayın gece yarısı çıkması ay tutulmasıyla olabilir. Ay tutulduğunda noksandır, kusurludur, güzelliğini kaybeder. Fuzulî, bu beytinde "noksan" ve "ta'n"
sözcükleriyle bir ay tutulması mazmunu yapıyor.

MEKTUP
Birbirinden uzakta bulunanların haberleşmesini sağlayan bir yazı türü. En eski haberleşme araçlarından biri. Sözcük anlamı Arapça "yazılmış şey." Farsçası name, eski Türk dillerindeki karşılığı bitig, betik ya da bittidir. Tarihte rol oynamış ünlü kişilerin, yazar, bilimadamı ve sanatçıların mektuplarıyla birlikte bir edebi eserler türü olarak kimi zaman ele alınmıştır. Sadece mektuplardan oluşan kitaplar da vardır.

MELHAME
Divan edebiyatında gelecek olayları anlatan nazım ya da nesir eserlerin ortak adı.

MENKUT
Divan edebiyatında sözcüklerinin tümü noktalı harflerden oluşan şiirler.

MENSURE (Mensur şiir)
Duygu, düşünce, yaşam ya da hayalleri şiir inceliğinde anlatan düzyazı türü. İç uyuma önem verildiği için dilbilgisi kurallarına uygunluk aranmaz. 19. Yüzyılda Fransız edebiyatında ilk örnekleri görüldü. Şinasi'nin Fransız edebiyatından yaptığı şiir tercümeleri edebiyatımızdaki ilk örneğidir.

MESEL
Atasözleri, öğretici, ahlaki özellikleri bulunan küçük hikayelerdir.

MEŞTÜR
Divan edebiyatında dört cüzlü (yani 4 mefâ'ilün 4 müstef'ilün) ile yazılmış vezinleri ikişer cüze indirerek yazılmış şiirlerdir.

MONOGRAFİ
Bir kişi ya da bir konu ile ilgili özel bir görüşle yazılmış incelemeler. Ele alınan konu ya da kişiyi her yönüyle açıklamaya çalışır.

MONOLOG
Tek kişinin konuşması, tiyatro oyunlarında kahramanlardan birinin sahnede kendi kendine yaptığı uzun konuşmaların tamamı. Tek kişinin oynaması için yazılmış komedilere de monolog adı verilir.

MUAMMA
Başta Esmâ'yı Hüsnâ (Allah'ın doksan dokuz güzel ismi) olmak üzere konusu insan ismi olan manzum bilmeceler. Kelime "gizli, örtülü, anlaşılması güç veya işaret remiz yoluyla söylenmiş söz" anlamlarına gelir. Muammalar lügazlardan farklıdır. Muammalar Allah'ın isimlerinden biri veya insan ismi için düzenlenirken lügazlar her şey hakkında düzenlenirler. Yalnız muammaların bazen lügaz, hatta âşık edebiyatında bir çeşit bilmece (âşkı -muamma) karşılığı olarak da kullanıldığı görülür. Muamma alanında en çok eser veren şairimiz Emri (Edirneli Emrullah Çelebi) olmuştur. Muammanın düzenlenmesinde ebced hesabı kullanılır. Örnek:
Bende yok sab-ü sükun sende vefadan zerre
İki yoktan ne çıkar fikr edelim bir kerre
Nâbi

MUAŞŞER
Onar mısralık bendlerle kurulan musammatlar. Divan edebiyatı nazım şeklidir.

MUCEM
Arap alfabesindeki noktalı harfler. Alfabetik olarak düzenlenmiş sözlük, hâl tercümesi, ansiklopediler böyle adlandırılır. Mucem tarih, ebced hesabı ile sadece noktalı harflerin hesap edilmesine dayanılarak düşülen tarihlerdir.

MUHAMMES
Beş mısralık bendlerden oluşan divan edebiyatı nazım şekli. Kelime "beşlik" anlamındadır. En az 4, en çok 8 bend arasında yazılmıştır.

MUKABELE
Aralarında tezat ve karşıtlık bulunan kelime, tamlama ve sözleri birarada kullanmak. Örnek:
Safa-yı aşkın dide gamınla pürnem
Bir evde ayş u şâdî bir evde ye's ü mâtem
(Safa ile gam, ayş u şâdi ile ye's u mâtem arasında karşıtlık bulunmasına
rağmen birarada kullanılmıştır.)

MUKATTA
Arap alfabesinde kendisinden sonra gelen harfle bitişmeyen harfler (elif, dal, zel, rı, ze, vav) kullanılarak söylenen söz.

MUKTEZA-YI HÂL
Uslûpta zamana, yere, duruma ve hitâp edilen kişilere göre dili ayarlama, sözün söylendiği yerin, zamanın gerçek ve gereklerine uygun olması. Mukteza-yı makam, itibar-ı münasib sözleri de aynı anlamda kullanılır.

MURAFAKAT
Üslûbun, ele alınan konuya göre düzenlenmesi, dile getirilen düşünce, duygu ve hayallare uygun düşmesine, üslûp ile içerik arasında bir ilişki kurulması. Anlatılan konuya uygun kelime, kelime grubu ve isimler seçilir.

MURASSA
Nesirde iki ibarenin, nazımda ise iki mısranın kelimelerinin sayıca denk, karşılıklarıyla vezin ve kafiye bakımından birlik olması. Örnek:
Şâh melekût arş-pâye
Mâh-ı ceberût perş-sâye
Şeyh Gâlib

MUSARRA
Mısraları birbiri ile kafiyeli olan beyitler. Beyt-i musarra, gazellerin ilk beyitleri (matla') musarra'dır. Her mısrası aynı kafiyede olan şiirlere de musarra denir. (Musarra tuyuğ gibi) Bu şekilde düzenlenen şiirlerin bir başka adı müselseldir.

MUTABAKAT
Anlatım içinde kullanılan kelime ve deyimlerin içeriğe uygun seçilmesi. Karşıtı mübayenet'tir (aykırılık, zıtlık).

MUVAFAKAT
Kelimenin anlamla, kelimenin vezinle, kelimenin kelimeyle, anlamın vezinle, anlamın anlamla uygunluğu.

MUVAZENE
Nesirde seci, nazımda kafiye yerindeki sözcüğü yalnız vezin bakımından eşit olması. Örnek:
Münderic nüsha-i zâtında kemâlat-i vücûd
Mündemic tıynet-i pâkinde havass-i icâd
Nâdî
(Münderic ve mündemic kelimeleri arasında muvazene vardır.)



MÜLEMMA
Bir şiirin bazı mısraları, bölümleri veya bir mısranın bazı sözcüklerin değişik dillerde yazılması. Divan edebiyatında Arapça, Farsça, Yunanca'nın Türkçe ile birlikte kullanıldığı şiirler yazılmıştır. Tanzimat'tdan sonra bu dillere Fransızca da eklenmiştir. Örnek:
Eyyüha'r-rağibûne fi'l-evkat!
Edrikûhâ fe-mâ madâ kad fât.
Fevt-i fursat me-kün çü vakt-i safâst,
Ki besî hestder-cihân âfât.
İrdi bir dem ki behcetinden anın
Sekiz Uçmâğ'a döndü Altı Cihât.
İş ke-mâ âşe âşikun va'lem!
Tâvet in-nefsü tâbet il-evkat.

MÜNAKKAHİYET
Gereksiz sözlerden arındırılmış özlü ifade, konuyu gerektiği kadar işleme; anlamlı sözcükler arasında eşitlik bulunması.

MÜNŞEÂT
Mensur yazı veya mektupların bir araya getirdiği dergiler. Divan edebiyatında edebi değeri olan yazılar bir defterde toplanır ve meraklıları okurdu. Münşeatlardaki nesirlerde konu birliği aranmaz. Bu eserlerde çeşitli tarih belgeleri yanında edebi metinler ve özel mektupların biraraya getirildiği görülür. Münşeât-ı Feridun Bey, Nergisi ve Veysi'nin münşeatları ünlüdür. Son münşeât örnekleri arasında Münşeât-ı Akif Paşa önemlidir.

MÜNŞÎ
Sanatlı düzyazı yazan kişiler. Münşilerin yazılarını toplayan dergiler münşeat'tır.

MÜNTEHABÂT
Seçilmiş şeyler. Çokluk aynı türde kaleme alınmış, bir veya daha fazla yazarlara ait yazılar arasından yapılan seçmelerle meydana getirilmiş eser; seçmeler, antoloji.

MÜSTEŞRİK
Doğulu milletlerin tarih, din, dil, edebiyat ve kültürlerini araştırıp inceleyen Batılı bilginler. Şarkiyatçı, oryantalist, doğubilimci kelimeleri de aynı anlamda kullanılır.

MÜŞAARE
Karşılıklı şiir söyleme. Edebiyat araştırmacıları müşaareyi üçe ayırır:
1. Bir divan şairinin manzum eserine diğer bir şairin aynı vezin ve kafiyede nazire yazması.
2. Âşıklar arasında karşılıklı şiir söyleme. Bir âşığın okuduğu beyit veya kıtaya diğer bir şair aynı vezin ve kafiyede şiir söyleyerek cevap verir.
3. Edebiyat meraklılarının şiir okumaları, herhangi bir mazmunu ihtiva eden beyitler okunur veya birinin okuduğu beyte karşılık onun son kelimesiyle başlayan bir beyti başkası okur.

MÜŞAKELE
Birden fazla anlamı olan sözcüklerin art arda gelecek şekilde, iki anlamı ile kullanılması, birinin söylediği bir sözü bir başkasının değişik anlama gelmek üzere tekrarlaması. Karşılıklı konuşan iki kişiden birinin gerçek veya mecazi anlamda söylediği bir sözü, diğeri başka bir düşünceye yanıt olacak şekilde tekrarlar. Birinci anlamı gerçek olursa çoklukla ikinci kullanıştaki anlamı mecazidir.

Örnek:
"Tezer
Yine mi kanmıyorsunuz sözüme
Ne için bakmıyorsunuz yüzüme
Beni bir kere okşasanız ne çıkar?
Melik
Sen çıkarsın... Demek ki fitne çıkar!"
Abdülhak Hâmid Tarhan

MÜTAKARRİN
Kafiyeleri birbirinin peşinden gelen ve iki kafiyeli olan şiir. Örnek:
Hangi âkıl der ki ancak râh-i gülşenden geçin
Bir de gafiller şu nâilgâh-i şîvenden geçin
Muallim Naci

MÜTEKERRİR
Murabba, muhammes, müseddes gibi nazım şekillerinde bendlerin sonlarında tekrarlanan mısra veya beyitler.

MÜTELEVVİN
Divan edebiyatında bir beytin okunuşu sırasında küçük bir değişiklikle veznin bir başka vezne çevrilmesi.

MÜZDEVİC
Murabba, muhammes, müreddes benzeri nazım şekillerinde bendlerin sonundaki mısraların birinci bend ile kafiyeli olması.
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

N


NAKARAT
Şiirlerde bendlerin sonunda tekrarlanan mısra veya mısralar. Bu bölüm, anlam bakımından her bendi şiirin ana duygusuna bağlar. Şiirin, nakarat bölümlerinde ifade olunan duygu ve düşünce etrafında gelişmesini sağlar. Nakarat, halk şiirinde bağlama veya kavuştak diye bilinir. Sözlü musiki eserlerinde aynı söz ve ezgi ile tekrar edilen bölüm de nakarattır.

NÂME
Mektup, kitap, risâle, ferman gibi anlamlar taşıyan Farsça bir kelime. Eskiden kitap türü olarak çok kullanılmıştır. Kıyafetnâme, kâbnâme, Hamzanâme gibi. Resmi nitelikteki kağıt ve mektuplar da nâme diye bilinirdi.

NÂT
Hazreti Muhammed'i övmek için yazılan şiirler.

NAZIM
Dizelerden oluşan vezinli ve kafiyeli anlatım şekli. Kelime, "dizmek, ipliğe inci dizmek" anlamlarını taşır. Nazımda sadece anlam değil, seslerin musikisi de önemlidir. Akılda kolay kaldığı için ezberlenmesi istenen bilgilerin çoğu bu yolla ifade edilir. En küçük birim dizedir (mısra). Ayrıca beyit, kıta, bend gibi nazım birimleri de vardır. Şiirler de nazım şeklinde yazılır, ancak her nazım, şiir değildir.

NAZİRE
Bir şairin şiirine başka bir şair tarafından aynı şekil, vezin, kafiye ve redifle yazılan şiir. Divan edebiyatı nazım türüdür. Kelime Arapça "eş, değer" anlamlarındaki nazir'den gelir. Nazire yazma, tanzir, tanzir etme diye anılır. Nazire geleneği Türk edebiyatına İran edebiyatından geçmiştir. İranlı şairler nazireye cevâb adını verirler. Alay ve şaka yollu yazılmış nazirelere tezhil veya hezl denir.

NESİR
Duygu, düşünce ve hayallerin dilgilgisi kurallarına uygun cümleler içinde anlatılması şeklindeki edebi eser. Edebiyatın iki anlatım yolundan biridir. Diğeri nazımdır. Nesirde aklın kontrolü altında duygu, düşünce ve hayallere yer verilir. Nazımdan daha geç doğmuştur. Düşüncelerin fadesi için nazımdan çok daha zengin imkanlara sahiptir. Hikaye, roman, tiyatro, masal, hatırat, makale, sohbet, deneme, gezi yazısı, biyografi gibi edebiyat türlerinde hep nesir kullanılır. Nesrin en küçük birimi tek başına bir anlam ifade eden cümledir. Nesir, kullanılan üslûba göre sade nesir, orta nesir ve süslü nesir olmak üzere çeşitlere ayrılır.

NİDA
Divan edebiyatımızda bir sanat türü. Şairin korku, sevinç, şaşkınlık, acı, ızdırap, öfke gibi pekiştirilmiş, duygu ve düşüncelerini okuyucuya hissettirebilecek şekilde işlemesi. Çokluk "ey!, hey!, vay!" gibi ünlemlerle seslenilir. Tekrîr ve teşhis sanatlarıyla birlikte kullanılır.
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

O-Ö

OTOBİYOGRAFİ
Bir kimsenin kendi hayatını yazdığı eser. Biçim ve içeriğiyle bir edebi değer taşımalıdır.

OTOGRAF
Yazarın kendi el yazısı. Eskiden hatt-ı dest (el yazısı) deyimi kullanılırdı.

OTTOVA RİMA
Sekiz mısralı bir nazım şekli. Önce İtalyan edebiyatında kullanılmış, sonra Fransız edebiyatında, buradan da Türk edebiyatına geçmiştir. Batı edebiyatında kafiye şeması, abababcc'dir. Bu şema bizde değişikliğe uğrayarak ababcccb şeklini almıştır. Aabbccdc şekli de görülür. Bu nazım şekli lirik tür için elverişlidir. Ottova Rima'yı edebiyatımızda daha çok Abdülhak Hamid kullanmıştır.

Örnek:
(MAKBER'den)
Bu makberdir o bâba makdem,
Bilmem ne duyar girince, adem?
Sûzişlerimin budur esâsı
Hep şüphelerin bu en fenâsı
Benlik acebâ kalır mı ol dem?
Sönmüş erimekte o nûr-i dîdem.
Ben gözler idim bu hâli ey yâr
Senden daha çok zaman akdem...
Abdülhak Hâmid

OZAN
Kopuzla türkü söyleyen en eski Türk şairleri. Osmanlı döneminde halkı şairleri için kullanılırdı. Âşık sözünün karşılığı olduğu gibi meddah anlamını da taşıyordu. Ozanların toplumda önemli yerleri vardı. Beylerin huzurunda, dini törenlerde, elindeki kopuzunu çalarak kahramanlık destanları okurlar, halk arasında kıssa söylerlerdi. Memluk ordusunun mızıka takımında ozan denilen çalgıcılar olduğu tarihi kaynaklarda yazar. Selçuklular'da da benzer durum görülür.

ÖNSÖZ
Eserin niçin ve ne amaçla yazıldığını belirtmek için kitabın başına eklenen yazı. Bu bölümde yazar ya kitabın özetini verir veya hangi nedenle yazdığını açıklar. Eskiden, "sebeb-i telif-i kitab" (Kitabın yazılışının sebebi) sözü kullanılırdı. Tanzimat'tan sonra edebiyatçılar, mukaddeme başlığı altında yazdıkları önsözlerde edebiyat anlayışlarını belirleyici açıklamalar yaptı. Namık Kemal'in Celaleddin Harzemşah, Recaizade Mahmud Ekrem'in Zemzeme, Abdülhak Hamid Tarhan'ın Makber mukaddemeleri bunlardandır.
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

P

PARAGRAF
Bir fikrin işlendiği yazı bölümü. Bir veya birkaç cümleden meydana gelebilir. Satırbaşı yapılmış her bölüm bir paragraftır.

PASTORAL
Çoban ve kır hayatını, köylerdeki yaşayış şeklini anlatan şiir. Grekler'in bukolik dedikleri bu türü Edebiyat-ı Cedide'ciler eş'ar-ırâiyâne (Çoban şiirleri) diye adlandırmışlardır. Pastoral şiir, süsten, kelime oyunlarından, yapmacılıktan uzak sade bir dille yazılır. Eski Yunan edebiyatında Theokrites ile Latin edebiyatında Vergillius, pastoral şiirin ilk ve en güzel örneklerini verdi.

PELTEKNÂME
Kekeleme şiiri. Lisan-i pepeği adı da verilir. Halk edebiyatı nazım şeklidir. Âşık, kelimelerin ilk hecelerini, bazen de kelimelerin çoğunluğunu kekeleyerek söyler. Bu tekrarlar ölçüye dahildir. Örnek:
Bu bu bugün gö gö gördüm yü yü yüzün dilberâ
Ba ba baktım gö gö gönlüm oluptur ziyaâ
Di di dilim pe pe peltek sö sö söyler zebanımı
Ne ne ne derse de de desin dimesin tek sana
Abdi İmam

PLOT
Roman, hikaye, tiyatro gibi eserlerde, baştan sona devam eden hareketlerin yapısı. Bir bakıma eserin planıdır. Kahramanların ve olayların meydana getirdiği devamlılığı ifade eder. İkinci, üçüncü derecedeki kişi ve olaylar, görünüp kaybolan bir başka zaman, mekan ve olayla ortaya çıkan kişiler, duygusal davranışlar plotu tamamlar ve zenginleştirir. Plot, yapısına göre çeşitlere ayrılır. Bazı plotlar trajik olayları, bazıları komedi, masal ve hiciv gibi konuları göstermek için kurulur. Eser, bu plota göre kimlik kazanır.

POETİKA
Şiir üzerine düşüncelerin ve teorilerin bütünü. Bu kelime eskiden Fransızca'da yalnız şiirin değil, güzel sanatların teorisini güzelliğin feslefesini, bir bakıma estetiği ifade ederken, bugün şiir sanatı anlamına gelen bir terim olmuştur. Batı dillerinde poetika konusuna giren birçok eser var. Türkçe'de ise, bazı şiirlerin ve grupların bildiri niteliğindeki, genellikle savunmaya dayalı birkaç önsözü görülür. Necip Fazıl Kısakürek'in de bir Poetika'sı var.

PROZODİ
Kelimelerin taşıdıkları seslerin değerlerine ve hecelerin taşıması gereken seslere göre söylenmesi. Tonlamaya, hecelerin vuruşuna kelimelerin uzunluk ve kısalıklarına dikkat edilerek söylenir.
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

R

RAKTA
Arap harflerine göre bir harfi noktalı, bir harfi noktasız kelimeleri kullanarak şiir yazma.

REKÂKET
Kelime veya cümlelerin düzensiz sıralanmasından ileri gelen okumayı zorlaştırıcı durum. Divan edebiyatında yazıda kusur sayılırdı.

RİKKAT
Anlatımda söylenişleri kulakta ince, hafif, hoş etki bırakan sözcüklerin kullanılması. Sanatçı sevgi, şefkat, muhabbet, güzellik gibi konuları anlatırkenn sözcükleri de uygun düşecek şekilde ince sesle kurulanlardan seçer. Bu sözcükler kelimâ-ı rahika, taşıdıkları özellik de rikkatdiye adlandırılır.

RİSALE
Küçük kitap, broşür. İlim veya sanata dair yazılar. Önceleri çokluk dini konuları ele alan küçük hacimli kitaplar bu adla anılırlardı.

RİTM
Şiirde, hecelerdeki vurgu, uzunluk, kısalık, kalınlık, incelik, yükseklik gibi ses özelliklerinin ve duraklarının düzenli bir şekilde tekrarlanmasından doğan uyum.

RONDELET
Yedi mısralı ek bendden meydana gelen Fransız nazım şekli.

RÜCÛ
Divan edebiyatı sanatlarından. Bir düşünceyi daha güçlü hale getirmek için, söylenen sözden vazgeçer gibi davranılır. Espri, üzüntü, sevinç, dehşet, hayret durumlarında ifadeyi daha güçlü ve canlı kılmak için kullanılır. Vazgeçme döngü halinde de yapılabilir. Örnek:

Eder isyanıma gönlümde nedâmegalebe
Neyleyeyim yüz bulamam ye's ile afvime talebe
Ne dedim? Tövbeler olsun, bu dafi'i şerdir
Benim özrüm günehimden iki kat beterdir
Nûr-i rahmet niye güldürmeye rûy-i siyehim
Tanrı'nın mağfiretinden de büyük mü günehim?
Şinasi

Ramazaniye: Giriş bölümünde ramazanı konu alan kaside.

Redif: Şiirde dizelerin sonundaki uyakta sonra yenilenen eşsesli ve eşgörevli ekler ya da sözcükler.

Ritim: Şiirde hecelerin vurgu, uzunluk, yükseklik gibi ses özelliklerinin, durakların düzenli biçimde yinelenmesinden doğan ses uyarlığı.

Roman: Düzyazıya dayanan, genellikle insanın serüvenlerini, iç dünyalarını, toplumsal bir olay ya da olguyu, insan ilişkilerini ve değişik insanlık durumlarını anlatmayı amaçlayan anlatı türü.

Romantizm: Fransa'da 18. yüzyılın sonlarında klasik edebiyat akımına tepki olarak başlayan; duygu, imge ve fantaziye ağırlık veren sanat akımı.

Rönesans Edebiyatı: Hümanizmaya koşut olarak sanat ve edebiyatta başlayan uyanış ve yenileşme girişimleri sonucunda ortaya konan tüm ürünlere verilen ad.

Rubai: Aruz ölçüsünün belirli kalıplarına göre yazılan, dört dizeli manzume.
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

S - Ş


SADR
Bir beyitte birinci mısranın ilk parçası ile nesirde cümlenin ilk parçası.

SAGU
İslamiyet öncesi Türk edebiyatında ölen kimselerin arkasından söylenen şiirler. Sevilen, sayılan özellikle gösterdiği kahramanlıklarla tanınmış kimselerin ölümü üzerine ozanlar tarafından, yuğ adı verilen cenaze törenlerinde okunur, ölen kişinin yiğitliği, iyiliği, cömertliği, faziletleri dile getirilirdi.

SAKİNAME
Sakiye (içki sunana) seslenmek yoluyla içkiyi (çokluk şarabı) ve içki meclislerini, adetlerini, içkiyle alakalı bütün düşünce, duygu ve kavramı bazan tasavvufi, bazan da dünyevi işleyen şiirler. Mesnevi şeklinde yazılır. Terkib-i bend, terc-i bend veya kaside şeklinde de görülür.

SALİYE
Divan edebiyatımızda yeni yılı kutlamak için yazılan şiirler. Bu şiirlerde daima girilen yılın tarihini tespit eden bir beyit de bulunur.

SARMA KAFİYE
Dört mısralık bendlerle kurulan nazım şekli. Her dörtlükte birinci ile dördüncü, ikinci ile üçüncü mısralar kendi aralarında kafiyelidir. Kafiye şeması şöyledir: Abba, cddc, effe. Örnek:

Rûhumu bu çarmıha kendi ellerimle gerdim:
Bir nebi ızdırabı kaynıyor her yerimde.
Ölüm, siyah bir tütsü yakıyor gözlerimde
Aldığım her nefesi son nefes gibi verdim!
Yusuf Ziya Ortaç

SATRANÇ
Saz şairleri tarafından aruzun müfte'ilün müfte'ilün müfte'ilün kalıbıyla ve musammat gazel şeklinde yazılan şiirler. Musammat beyitlerden oluştuğu için, her mısra kafiyeli iki eşit parçaya bölünür. Bu parçalar alt alta yazıldıklarında dörtlüklerden meydana gelen yeni bir şekil ortaya çıkar. Bu şeklin kafiye şeması şöyledir: abab cccb dddb... Örnek:

Sevdi gönül bir püsteri / Sanatı terzi güzeli
Hüsnünü bir muhtasarı / Şerh ederek söylemeli

Matlanın fâikını / Sohbetinin lâyıkını
Ben gibi bir âşıkını / Eylemiş aşkıyle deli

Düştü gönül çâresine / Kaşlarının karesine
Çehre-i menâresine / Yandı derûnum göreli

Vardı ellerim eline / Tutuldu dilim diline
Kâkülünün bir teline / Bağladı bu cân ü dili
Emrahî

SAYA
Aşık edebiyatında nesir. Mensur karşılığı olarak da sayalı kullanılır. Secili (müsecca) nesre ise ayaklı saya adı verilir.

SEBK-İ HİNDÎ
Divan edebiyatında kullanılan bir üslup. Terim, "Hint tarzı, Hint üslûbu" anlamına gelir. Türk edebiyatına XVII. İran şairlerinin etkisiyle girdi. Bu nedenle sebk-i İsfahâni diye de bilinir. İran edebiyatına ise Hindistan'dan geçmiştir.

SECİ
Cümlelerin veya bir cümle içinde birden çok kelimenin sonlarındaki ses benzerliği. Nesirde kullanılan bir çeşit kafiyedir. Secili nesre müsecca adı verilir. Edebiyatımıza Arap edebiyatından geçmiştir.

SEHL-İ MÜMTENİ
Söylenmesi kolay görülen ama benzeri yapılmak istendiğinde güçlüğü ortaya çıkan söz. Bu tür sözler sade ve derin anlamlıdırlar. En güzel örneklerini Yunus Emre, Süleyman Çelebi, Mehmed Akif Ersoy vermişlerdir. Örnek:

Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm
Yunus Emre

SELÂMET
Cümlelerin doğru ve sağlam olması. İfadenin düşük, eksik olmaması gerekir.

SELÂSET
Bir yazıda cümle ve kelimelerin akıcı, âhenkli, kolay ve anlaşılır olması. Selâset, sözüklerin birbirine uygun seçilmesiyle sağlanır.

SELH
Başkasına ait bir şiirin anlamını alıp kelimelerini değiştirerek yeniden yazmak. Selh intikal'in bir çeşidi sayılır.

SELİS
Halk şiiri nazım şekli. Aruzun fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün kalıbıyla gazel şeklinde yazılır. Murabba, muhammes, müseddes şeklinde yazılmış selislere de rastlanır. Kafiye düzeni divan, semai ve kalenderi nazım şekilleri ile aynıdır. Örnek:

Benden özge sana yok âşık-ı âvâre güzel
Sûziş-ı firkat ile yakma beni nâre güzel

Dün gece dîde-i hunkâr ile ettikte nigâh
Ciğerim başına açtın yine bir yâre güzel
Nûrî

SERBEST NAZIM
Bend, vezin ve kafiye kurallarına bağlı olmayan nazım şekli. Bendlerin, mısraların ve hecelerin sayıları belli düzene bağlı değildir. Şair isterse kafiyeli yazar. Bendleri sınırlayabilir veya sınırlamaz. Önce Fransız sembolistleri arasında yayıldı. Türk edebiyatına Servet-i Fünûn döneminde Batı edebiyatından girdi. Serbest nazmın uygulanışı üç aşama geçirdi:

1. Vezinli-kafiyeli serbest nazım: Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âti döneminde görülür. Mısralar bir kelimeye kadar kısaldı, kafiye belli bir kurala göre sıraland. Aruz veznine yer verildi, bir şiirde birkaç aruz kalıbı veya bu kalıpların çeşitli cüzleri kullanıldı.

2. Vezinsiz-kafiyeli serbest nazım: 1925-1930 yıllarında görülmüş, 1930'dan sonra yaygınlık kazanmıştır. Vezin bırakılmış, bir heceye kadar küçülen dizeler kurulmuştur. Bu dizeler hiçbir dış düzene bağlı değildir. Şair belirtmek istediği fikri taşıyan kelimeyi öne çıkarır. Büyük harfler sadece cümle başlarında kullanılabilir. Kafiyeli mısraların arası açılarak kafiye örgüsü gevşetilir.

3. Vezinsiz-kafiyesiz serbest nazım: 1940 yılından sonra yaygınlaşan bu anlayışta vezin ve kafiye tamamen bırakıldı şiirde iç uyum önem kazandı. Örnek:

Yolcu Yolunda Gerek

Hastalar,
Kar isterler
Kafdağının ardından
Ve buluttan döşek,
Onlar,
Yaramaz çocuklardır,
Sallar durur,
Dünyanın balkonundan,
Düştü düşecek!
Gölgen kaçıyorsa senden,
Düşmüşse gökte yıldızın,
Kavga başlar canla ten arasında
Ne bilelim;
Hangi pınarın suyu,
Ya da çiçeğin özünde derman,
Büyük yerden geldi ferman
Yolcu yolunda gerek
Ali Akbaş

SONE
İlk iki bendi dörtlük, son iki bendi üçlük on dört mısradan oluşan nazım şekli. Önce İtalyan edebiyatında kullanılmış, sonra Fransız edebiyatına, oradan da diğer Avrupa edebiyatlarına geçmiştir. Edebiyatımızda ilk Cenab Şahabeddin'in sone şeklinde şiir yazdığını görüyoruz. Servet-i Fünûn şairlerinin hemen hepsi bu nazım şeklini benimser. Sone kafiye sistemi üçe ayrılır.
1. İtalyan tipi: Kafiye şeması abba, abba, ccd, ede
2. Fransız tipi: Kafiye şeması abba, abba, ccd, eed
(İtalyan ve Fransız tipi sone arasındaki tek fark son üçlüğün düzenindedir.)
3. İngiliz tipi: Mısra sayısı değişmemekle beraber ilk on iki mısra tek bir bend, son iki mısra da ayrı bir bend halinde yazılırlar. Kafiye şeması: a b a b c d c d e f e f g g. Örnek:

Yüksük

Yüksüğün ince şeklini yazmak
Bana pek güç gelir kadınlardan
Sorunuz belki bir güzel parmak
onu tersim için bulur imkan

Bunu bir çekmenin içinde gören
Mu'teber bir refik-i hane sanır;
Kadrini pek bilirler elde iken,
Düştüğü anda mutlaka alınır.

O da layık nezâketin eline:
Tenine saplanır iken iğne,
Yine pekçok sever iş işlemeyi;

Bin letâfetle çırpınır her ân...
Sanki bir nahl-i nev-hayâta konan
Küçücük bir kuşun küçük yüreği!
Ali Ekrem (Bolayır)

SÖZLÜK
Bir dilin veya dillerin kelime haznesini (sözvarlığını), söyleyiş ve yazılış şekilleriyle veren, kelimenin kökünü esas alarak, bunların başka unsurlarla kurdukları sözleri ve anlamlarını, değişik kullanışlarını gösteren eser. Sözlükler tek dilli veya çok dilli olabilir. Madde başlarını a-be-ce sırası takip eder. Genel veya özel alanlarla ilgili sözlükler hazırlanabilir. Arap harfli eski sözlüklerde madde başı Arapça kelimenin üç harfli kökünün son harfi esas alınarak sıralanırdı. XIV.-XV.yüzyıllar arasında yaşamış olan el-Kamûsü-ı-Muhît (Okyanus Sözlüğü) adlı eseri Türkçeye çeviren Mütercim Asım bu sistemi kullandı. İlk sözlük olarak İskenderiye Müzesi kütüphanecisi Bizanslı Aristophanes'in hazırladığı eser kabul edilir. İslam dünyasında en önemli sözlük X. yüzyılda yaşayan Fârâblı İsmail Cevheri'nin Sihâh adlı Arapça eseri. Vankulu Lügatı diye bilinen Müteferrika'nın bastığı ilk kitap da bir Sihâh çevirisidir. Türk kültüründe ilk sözlük ise Kaşgarlı Mahmud'un Türkçe'den Arapça'ya Divanü Lügati't-Türk'üdür.

Saki: Su veren, su dağıtan kişi. Divan edebiyatında içki meclisinde şarap sunan kimse anlamında kullanılmıştır.

Salname: Yıllık. İçinde gün ve ay bilgisi de bulunan, kimi konularda belirli bilgiler içeren kitap.

Sanat: Bir duygunun, bir tasarımın, bir düşünce ya da güzelliğin biçimlendirilip anlatımında kullanılan yöntemlerin tümü, bu yöntemlerle erişilen yaratıcılık.

Sayıp Dökme: Bir düşünceyi açık seçik biçimde anlatabilmek için niteliklerini, neden - sonuç ilişkilerini ayrıntılarıyla art arda sıralama işi.

Seçki: Edebiyat yapıtlarında seçilen parçaları içeren yapıt.

Sefaretname: Osmanlı İmparatorluğu döneminde kimi elçilerin gittikleri yabancı ülkeleri tanıtmak amacıyla o ülkelere gördüklerini anlattıkları yapıtlara verilen ad.

Semai: Hece ölçüsüyle ya da aruzun özel bir kalıbıyla yazılan şiir.
Serbest Nazım: Ölçü, uyak gibi bağlardan sıyrılmış şiir.

Servetifünun Edebiyatı: 1895 yılında Recazizade Mahmut Ekrem'in öncülüğünde Servetifünun dergisinde toplanan ve tümüyle batıya yönelen edebiyatçıların oluşturduğu edebiyat ve bu edebiyatı oluşturan sanatçılar topluluğu.

Serüven Romanı: Genellikle şaşırtıcı, beklenmedik olay ve durumları ilgi çekici yolculukları, baştan geçen meraklı serüvenleri konu alan temel amacı sürükleyicilik olan roman türü.

Simge: Genel anlamda, toplumsal anlaşmaya dayanan, anlamı önceden kararlaştırılmış, belirli işaret.

Simgecilik: Şiirde gerçekçiliğin uygulayıcıları olan Parnasçıların tutumuna tepki olarak doğan ve 1885 - 1900 yılları arasında gelişerek edebiyat okulu niteliği kazanan akım.

Somutlama: Eğretileme, benzetme, örnekseme gibi söz sanatları aracılığıyla soyut kavramları, somut anlamlı sözcüklerle adlandırma ve anlatma yöntemi.

Söylev: Bir topluluğa güzel düşünceler aşılamak, o topluluğu duygulandırıp çoşturmak amacıyla söylenen güzel ve etkili söz.

Söylem: Konuşan ya da yazan kişinin kullandığı, bir başlangıcı ve sonu bulunan, kendi içerisinde bir tutarlılık ilkesine göre örgütlenmiş dil.

Sözcük: Dilde en küçük anlamlı birime verilen ad.

Sözcük Sanatları: Anlamla ilgisi olmayan, sözcüklerin yazılış ve söyleniş özelliklerine yaslanılarak oluşturulan sanatlara denir.

Söz Kalabalığı: Sözlü ya da yazılı anlatımda konuyla ilgisi olsun olmasın gereksiz bir yığın sözle anlatımı doldurma, şişirme.

Surname: Sünnet düğünleri, evlenmeler gibi büyük törenleri konu alan ve Divan edebiyatında oluşturulan uzun ya da kısa oylumlu şiirlere verilen ad.

Şairanelik: Özellikle şiirde belirli sözcüklerin kullanıla kullanıla kalıplaşması, sözcüklerin duygusal ve çağrışımsal anlatımları yönünden tazeliklerini yitirmesi durumu.


ŞAHESER
Nesilden nesile geçen, benzeri yazılamayan yüksek değerdeki edebi eser. Şaheserlerin başlıca özellikleri şöyle sıralanır: Zengin bir kültür birikimi sonucu yazılır, her devrin okuyucusu tarafından aranır, okunur ve takdir edilir, zamanla yayılır, ulusal ve uluslararası unsurlar içerir, pekçok yabancı dile çevrilir, türünde yazılan yeni eserlere örnek olur.

ŞİVEYE MUGAYERET
Şivesizlik. Dili kuralları dışında kullanmak. Türk dilini iyi bilmemekten, dilimizin özelliklerini gözönüne almaksızın yabancı dillerdeki bazı kullanış şekillerini tercüme edip uygulamaktan doğar. "Meşrubat içmek" yerine "meşrubat almak", "banyo yapmak" yerine "banyo olmak" gibi.

Şarkı: Divan edebiyatında murabbadan doğmuş bir şiir biçimi. Bestelenmek amacıyla oluşturulan ve dört dizelik bentlerle kurulan bu şiir biçiminin, Halk edebiyatındaki türkü türünün etkisiyle oluştuğu sanılıyor.

Şathiyat: Tekke edebiyatına özgü bir şiir biçimi. Tanrı'yla senli benli, onunla söyleşircesine yazılan deyişlere verilen ad.

Şatranç: 19. yüzyıl saz şairlenin seyrek kullandıkları bir şiir biçimi.

Şiir: Dilin doğuşuyla oluşmaya başlayan; bütün edebiyat türlerine kaynaklık eden en eski edebiyat türü. En belirgin özelliği ritme dayanması, söylemsel niteliklerinin bulunması olarak tanımlanabilir.

Şişirme: Sözlü ve yazılı anlatımda ele alınan, üzerinde durulan bir sorun, durum ya da herhangi bir konuyu gereksiz ayrıntılarla ele alma, onu aşırı ölçüde genişletme.

Şive: Bir dilin değişik kültür düzeylerine göre farklı biçimlerde konuşulma özelliği.
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

T

TA'KİD
İfadeye açıklık getirememe, anlatamama halidir. İkiye ayrılır.
1. Lafzi ta'kid: Bir cümlede kelimelerin yerli yerine kullanılmamasından doğar. Örnek:

Ben fakîrî etme terk memnûn-i ebnâ-yı zaman
Hasıl etmezsen değil gam matlabım yâ Rab bana
Râgıp Paşa

2. Manevi ta'kid: Bir cümlede kelimeler yerli yerince kullanılmakla beraber bir anlam çıkmamasına denir.
Örnek: Âlemin cânı değilsin cân-ı âlemsin sen
Nef'î

TA'RİFAT
Mevki sahipleri ve bazı görevlileri tasvir eden şiirler. Divan edebiyatı nazım türüdür. Birkaç beyitlik bendler halinde yazılırlar. Sâfi Kasım Paşa'nın, Kalkandelenli Fikri'nin, Gelibolulu Mustafa Ali'nin, Yenişehirli Avni'nin ta'rifatı vardır. Örnek:

Nedür bildüm mi defter-dâr efendi
Eğerçi bir iki üç var efendi
Kiminün işini altun iderler
Kimin ma'zül kimin mağbûn iderler
Olardur sâ'i-i genc ü hazînle
Olardur sâhib-i mâl u define
Kalkandelenli Fikri

TA'ŞİR
Bir gazelin her beytinin veya bir beytinin üzerine sekiz mısra eklenerek yapılan mu'aşşerdir. Divan edebiyatı nazım şeklidir. Edebiyatımızda örneği fazla görülmez. Yahya Bey'in Muhibbî'nin (Kanunu Sultan Süleyman) gazeline yaptığı ta'şiri örnek olarak verilebilir.

Haste olmak gûşmâl-i Hazret-i İzzet gibi
Her kişinün yalımın alçak ider gurbet gibi
Değme bir kimse göre gelmez refahiyyet gibi
Nâleler gûyâ derây-ı rıhlet-i râhat gibi
Dâr-ı dünya cây-ı fürkat menzil-imihnet gibi
Devleti bir âlet-i hengâme-i zahmet gibi
Sağlıgun bünyâdı yok âyinede sûret gibi
Matla'ı şâh-ı cihânun maşrık-ı hikmet gibi
Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
Yahya Bey

TAŞTİR
Bir gazelde her beytin iki mısrasının arasına iki veya üç mısra ekleyerek manzume meydana getirmek. Divan edebiyatı nazım şeklidir. Kelime, Arapça "bir şeyin yarısı, iki cüzünden bir cüzü" anlamındaki şatr kökünden gelir. Taştirde, aynı vezin ve kafiyede, araya iki mısra girerse terb-i mutarraf, üç mısra girerse tahmis-i mutarraf olur. Edebiyatımızda XVIII. yüzyıldan sonra örnekleri görülen taştir çok az kullanılan bir şekildir. En çok Halveti şeyhlerinden Aydi Baba yazmıştır.

TAZMİN
Bir şairin, bir mısra veya bir beytin bir başka şairce kullanılması. Divan edebiyatı nazım türüdür. Tazmin edilen mısra veya beytin sahibinin zikri şarttır. Tazmin eden şair, şiiri herhangi bir nazım şekline tamamlar ve aldığı sahibini belirtir. Örnek: Recaizade Ekrem'in şiirini tanzim:

Sanırım ismini kuşlar heceler
Seni söyler bana dağlar dereler
Su çağıldar kuzular kırda meler
Seni söyler bana dağlar dereler

Hep seni aşkın eserken serde
Hüsn ü ânın görünür her yerde
Gezdiğim duygulu vâdilerde
Seni söyler bana dağlar dereler
Yahya Kemal Beyatlı

TECÂHÜL-İ ARİF
Anlamla ilgili sanatlardandır. Bilinen bir gerçeği, bilmez görünerek söylemek yöntemiyle yapılır. Bilinen şey, bilinmiyormuş gibi anlatılırken genellikle bir espriye dayandırılır. Bu yapılırken mübalağa ve istifham sanatından da yararlanılır. Örnek:

Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su
Fuzulî

(Bilmiyorum, dönen kubbe mi su rengindedir, yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır.) Fuzuli, kubbenin, yani gökyüzünün mavi renkte olduğunu bilmiyor gibi görünüyor. Aslında gözyaşlarının gökyüzünü kaplayacak kadar çok ağladığını belirtmek için bu yola başvurmuştur.

TEFRİK
Anlamla ilgili sanatlardandır. Aynı çeşide giren iki şey arasına, birbirine aykırı taraflar (tebâyün) sokularak bir farklılık meydana getirilmesidir. Örnek:

Budur farkı gönül mahşer rûz-ı hicrândan
Kim ol cânım verir cisme bu cismi ayırır cândan
Ortak çeşit gün, aykırı taraflar ise cisme can verme, cisimden canı ayırmadır.

TEHZİL
Alay ve şaka yollu yazılmış nazire. Hezl diye de bilinir. Çokluk tanınmış şairlerin şiirlerine vezin ve kafiye taklit edilerek yazılır. Tehzil, ciddi şiirleri bayağılıktan uzak ciddi bir duruma soktuğu için edebiyatın güzel ve eğlenceli örnekleri arasında kabul edilir. XVII. yüzyıldan sonra yaygınlık kazanan bu tür şiirin örneklerini daha çok Sürûri, Havâyi, Sünbülzade Vehbi, Hüseyin Kâmi (Dehri mahlasıyla), Fazıl Ahmet Aykaç, Halil Nihat Boztepe vermişlerdir.

TEKRAR
Bir ifadede aynı sözcük ya da söyleyişi, estetik kaygı gütmeden birkaç kez tekrar etmek. Aşırı tekrar sözkonusu ise buna kesret-i tekrar denir.

TELMİH
Divan edebiyatı sanatlarından. Söz sırasında bilinen bir olaya, bir kişiye, kıssaya ya da atasözüne işaret etmektir. Ama bu kişi ya da şey uzun uzadıya değil bir iki sözcükle anlatılır. Örnek:

Ey nâme sen ol mâh-likâdan mı gelirsin
Ey Hüdhad-i ümmid Saba'dan mı gelirsin
Nabî
(Şair beytinde Süleyman-Belkıs kıssasını hatırlatıyor.)

TENÂFÜR
Bir ifadede birbirleriyle uyuşmayan harf, hece, sözcük ya da tamlamaların kulağa hoş gelmeyen etki yapmasıdır. İkiye ayrılır:
Harflerle tenâfür: Çıkış noktaları aynı ya da birbirine yakın harflerin aynı sözcükte toplanması. Örneğin: Yaptırttık
Sözcüklerle tenâfür: Söylenişleri zor olan, dinlenmesinden zevk alınmayan ağır vurgulu sözcüklerin art arda sıralanması: Örnek:
Şu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi

TENASÜB
Divan edebiyatında anlamları arasında bağlantı bulunan sözcüklerin aynı ifadede kullanılmasıyla yapılan edebi sanat. Örnek:

Asîb rûzigârı gülistân-ı dehre
Sen serv-i gül-izârı hevâdar olan bilür
Bakî

Tenasüb, ilham ve tezat sanatlarıyla da birlikte kullanılır. Bu yönüyle de ikiye ayrılır: İlham-ı tenasüb: İlham ve tenasüb sanatlarının birlikte kullanılmasıyla yapılır. İki anlamı olan bir sözcüğün, dize ya da beyit içinde belirtilmemiş anlamıyla diğer bazı sözcüklerin arasında anlam bakımından bağlantı kurularak yapılır. Örnek:

Ne güzel vâkıadır bu ki asup can gözünü
Hâb-ı gaflette geçen ömrümü rü'yâ gördüm
Zatî
(Can gözünü açıp gaflet uykusunda geçen ömrümün bir rüya olduğunu görüp anlamam ne güzel bir olaydır. Rüya, düş kelimelerinin kastedilmeyen ikinci anlamının hâb ve rüya sözcükleriyle ilişkisi vardır.)

İlham-ı tezad: İlham ve tezat sanatları birlikte kullanılır. İki anlamı olan bir sözcüğün dize ya da beyit içinde belirtilmemiş anlamıyla anlamlı bir sözcük arasında ilişki kurmak şeklinde yapılır. Belirtilmeyen anlam cinas yoluyla sağlanır. Örnek:

Serverlik ister isen üftâdelik şiâr et
Kim düşmeden ayağa çıkmadı başa bâde
Fuzulî
(Burada ayak önce kadeh sonra gerçek ayak anlamlarıyla kastediliyor. Fuzulî beyitte sözcüğün vurgulamadığı ayak anlamı ile baş sözcüğü arasında tezat yapıyor.)

TERDİD
Bir anlatımda sözü dinleyici ya da okuyucunun ilgisini yoğunlaştırdıktan sonra konuyu hiç beklenmedik bir sonuca götürme yoluyla yapılan edebi sanat. Sözün ciddi bir sonuca varması haline terdid-i sâdık, varmamasına terdid-i mutâyip denir. Örnek:

Dizilirler ayakta
Ana baba ve kardeş
Hayal ırak... Irakta
Eder fiillerle güreş

Başından kayar yastık
Nura döner karanlık
Sırlar çözülür artık
Kırka çıkınca ateş
Necip Fazıl Kısakürek

TERZA RİMA
Üçer mısralık bentlerle kurulur. Bend sayısı belirsizdir. Tek bir mısra ile sona erer. Kafiye şeması şöyledir: Aba bcb cdc ded e.
İlk olarak İtalyan edebiyatında görüldü. Dante İlahi Komedya'sını bu nazım şekliyle yazdı. Edebiyatımızda terza rima'yı Tevfik Fikret, Şehrâyîn adlı tek şiirinde denemiştir. 1908'den sonra pek kullanılmamıştır. Bu biçimde yazılmış kısa şiirlerin son mısrasının kuvvetli olmasına dikkat edilir.

TESBİ
Bir gazelin beyitleri önünü beş mısra eklenerek yapılan müsebba'dır. Müsebba musammatlardan bir nazım şeklidir. Kafiye şeması şöyledir: Aaaaa (aa) bbbbb (ba) ccccc (ca). Tesbi, Türk edebiyatında çok az görülür. İzzet Molla'nın Fuzuli'nin bir beytini, Leyla Hanım'ın da İzzet Molla'nın bir beytini tazmin yoluyla oluşturduğu tesbi'ler de vardır.

TETABU-I İZÂFÂT
İkiden fazla ismin meydana getirdiği zincirleme tamlama. Edebiyatımızda Türkçe, Farsça, Arapça kaidelere göre kurulmuş üç çeşit tetâbu'ı izâfâta rastlanır. Türkçe kurala göre iki, Farsça kurala göre üç kelimeden meydana gelen tamlamalar anlatımı bozmaz. Türkçe tetâbu'-ı izâfât'a örnek:

"Ahmet'in söylediklerinin doğruluk derecesinin araştırılması..."
Farsça tetâbu'-ı izâfât'a örnek:

Ey vucûd-ı kâmilün âyin eclâr-ı feyz-I Hak
Âsitânım kıble-ı hâcât-ı erbâb-ı yakîn
Fuzulî

TEVÂRÜD
İki şairin birbirinden habersiz aynı mısrayı veya beyti tesadüfen yazması.

TEVKİYE
Anlamla ilgili sanatlardandır. İki veya ikiden fazla anlamı olan bir kelimenin yakın anlamını söyleyip uzak anlamını kasdetmek. Birçok edebiyatçı bu sanatı iham sanatıyla aynı kabul etmiştir. Fakat ihamda, ikiden fazla anlamı olan kelimenin bir mısra veya beyitte bütün anlamları kasdedilirken, tevriyede uzak anlamına işaret edilir. Örnek:

Kûyunda nâle kim dil-i müştâkdan kopar
Bir namedir Hicaz'da uşşakdan kopar
Nâili-Kadim

TRİYOLE
On mısralı bir nazım şeklidir. Önce iki mısralı kısım, sonra dörder mısralı iki kısım gelir. Birinci kısmın ilk mısrası birinci dörtlüğün sonunda, yine birinci kısmın ikinci mısrası ikinci dörtlüğün sonunda tekrarlanır. Dört mısralı kısımlarda, eklenen mısraların ilk üç mısra ile anlam bütünlüğü sağlaması gerekir. Kafiye şeması şöyledir: Ab aaaa bbbb. Örnek:

Yüzünde hasta-i sevdâ gibi melâlet var,
Nedir bu hâl-i perişanın ey hilâl-seher?

Sabâh-ı feyz-i bahâride mübtesem ezhâr
Çemen çemen mütemevvic nesîm-i anber-bâr:

Niçin? Ben anlamadım kimden etsem istifsâr?
Yüzünde hasta-i sevdâ gibi melâlat var!

Dem-i seherde yanında şu parlayan ahter
Hazan içinde solan bir çiçek gibi dil-ber

Sürûr fec ile şâdân iken bütün yerler,
Nedir bu hâl-i perişanın ey hilâl-i seher?
Tahsin Nuhid

Tanık Gösterme: Sözlü ya da yazılı anlatımda öne sürülen bir savı açımlayıp geliştirmek için üzerinde durulan konuda tanınmış, uzman bir kişinin adını anma ve düşünceyi güçlendirmek için anılan kişinin bir düşüncesini aktarma.

Tanımlama: Sözlü ya da yazılı anlatıda düşünceyi geliştirme yollarından biri. Nitelik ve özellikleriyle bir kavramı belirleme, işlevini gösterme ya da onu benzerlerinden ayırıcı yönlerini dökümlendirme olarak da açıklanabilir.

Tanzimat Edebiyatı: 1860'da Tercüman-ı Ahval gazetesinin çıkmasıyla başlayan, Divan edebiyatı geleneklerini bir yana bırakarak Batı kültürüne yönelmeyi, Batı düşününü ve yazınsal türleri benimsemeyi amaçlayan edebiyat yönelimi.

Tarih: Divan edebiyatında şairlerin doğum, ölüm, büyük bir yapı ya da önemli olayları belirtmek amacıyla sürdürdükleri gelenek.

Tarihsel Roman: Romanların kişiler ve konularına göre yapılan ayrımlama açısında adlandırılan bir roman türü.

Tariz: Bir kimsenin kimi niteliklerden yoksun olduğunu belirtmek için bir sözü dolaylı bir biçimde ya da tersini kastederek dokundurma sanatı.

Tartışmacı Anlatım Biçimi: Sözlü ve yazılı anlatımda kullanılan anlatım biçimlerinden biridir. Anlatıcının öne sürülen veya var olan ama kendisinin belirli nedenlerle benimsemediği düşünce, duygu, kanı ve davranışları değiştirmeyi amaçlayan bir söylem biçimi olduğu da söylenebilir.

Tasavvuf: İslam dininde varlık birliğini temel alan, Panteizmi ana düşünce olarak benimseyen, kalbi dünya işlerinden arındırarak Allah sevgisine adayan düşünüş biçimi.

Taşlama: Halk edebiyatında bir kişiyi, bir yeri, bir şeyi ya da bir olayı acı, alaycı bir dille veren şiir biçimi.

Taştir: Divan şiirinde başkasına ait bir gazelin her beytinin dizeleri arasına iki ya da daha çok dize eklenmesiyle oluşturulan nazım biçimi.

Tecahül-i Arif: Söyleyişte bir anlam inceliği yaratmak için bildiği bir şeyi bilmez görünme, bilmezlikten gelme sanatı.

Tecelli: Bildirme, görünme. Tasavvuf düşüncesine ve bu düşünüşü benimsemiş kimselere göre gördüğümüz her şey Tanrı'nın bir tecellisidir.

Tekerleme: Kimi sözcüklerin, seslerin yinelemesi, ölçü, uyak gibi öğelere bağlı kalınması yoluyla oluşturulan anlamlı ya da anlamsız, belirli bir konusu olmayan söz dizelerine verilen ad.

Tekke: Dayanmak, dayanılacak yer anlamı taşıyan bu sözcük, aslında bir tarikata bağlı olan dervişlerin ya da kimselerin toplandıkları, tarikatın gereklerini yerine getirdikleri yapıyı adlandırır.

Tekke Edebiyatı: Konu, dil yönünden İslam uygarlığının etkilerini taşıyan, tekkelerde gelişen, tasavvuf duygu ve düşüncelerini aşılamak, yaymak amacıyla ortaya konmuş ürünlerin tümü.

Tema: Bir yapıt ya da yaratının anlamca sürdürdüğü temel yönelimlere verilen ad.

Tenasüp: Birbiriyle sözcük ya da kavramları dize ya da beyitlerde bir arada kullanma sanatı.

Terim: Bir bilim ve sanat dalıyla ilgili kavramları karşılayan sözcüklere verilen ad. Terimler tek anlamlı sözcüklerdir; yan anlamları yoktur.

Terkibi-i Bend / Terci-i Bend: Gazel uzunluğunda, onun gibi uyaklı tek ölçülü bentlerden oluşan Divan şiir biçimlerine verilen ad.

Terza Rima: İtalyan nazım biçimlerinden biri. Üçer dizelik bentlerden oluşur. Bentlerin sayısı ozanın dilediği ölçüde olabilir.

Tevriye: Anlatım inceliği sağlamak amacıyla birden çok anlamı bulunan bir sözcüğün yakın anlamını değil de uzak anlamını kullanma sanatı.

Tezkire: Divan edebiyatında şairlerin yaşamöyküsünü konu alan yapıtların genel adı.

Tezkire kelime anlamıyla "zikredilen, zikri geçen" demektir.Kişilerin biyografisini çeşitli yönleriyle subjektif veya objektif ele alan eserlerdir.Bu eserler mensur yazılmakla birlikte içinde manzum kısımların yer aldığı tezkireler de vardır.
Türk Edebiyatı'nda tezkire yazma geleneğinin temeli Ali Şir Nevai 'nin Mecalisü'n-Nefayis adlı eserine dayanır.Edebiyatımızdaki ilk tezkire budur.Türk Edebiyatı'nda sırasıyla XVI.yüzyılda Sehi Bey, Latifi, Âşık Çelebi, Hasan Çelebi, Ahdi ve Beyani; XVII.yüzyılda Sadıki, Riyazi, Faizi, Rıza, Yümni, Asım ve Güfti; XVIII.yüzyılda Mûcib, Safayi, Salim, Beliğ, Safvet, Ramiz; XIX.yüzyılda da Fatin gibi belli başlı tezkire yazarları mevcuttur. Bunların dışında da yazılmış çok sayıda tezkire mevcuttur.


Tezli Oyun: Oyunun akışını, aksiyonunu, düşüncelere yaslandırarak geliştiren oyun türü.

Tezli Roman: Genellikle toplumsal ya da siyasal bir sorunu konu alan ve bunu bir teze bağlayarak işleyen roman türü.

Tip: Öykü, roman, masal gibi anlatısal türlerde ve oyunlarda benzer özelliklerle belirlenip sınıflandırılabilen kişilerin, bu ortak özelliklerini en belirgin ve somut biçimde, sivriltilmiş ve abartılmış olarak yansıtan ve bunları kendinde toplayan kişi.

Tirad: Oyun kişilerinin uzun soluklu, kesintisizce konuşmalarına verilen ad.

Tiyatro: Oyunların oynandığı yer anlamına gelen Tiyatro, kimi zaman oyunlar kimi zaman da dramatik türün adı olarak kullanılabilir.

Toplum İçin Sanat: Sanatın temel işlevi, toplumsal sorunları yansıtma, bunlara çözüm yolu arama anlayışından yola çıkan; "sanat sanat içindir" yaklaşımına karşıt bir tutuk içeren savdır.

Toplumcu Gerçekçilik: İnsanı toplumsal ilişkileri içinde ele alan, toplumsal gerçekleri devrimci bir doğrultuda ve Marxist bir yaklaşımla yansıtmayı amaçlayan edebiyat akımı.

Trajedi (Tregetya): Antik ve klasik tanıma göre, yüceltilmiş şözlerle yazılan, bir kahramanın iyi bir durumdan kötü bir duruma düşmesiyle, duygusal arınmayı sağlayacak acıma ve korku duygularına yönelen oyun türü. Klasik anlayışta manzum olarak yazılan tragetya, daha sonra düzyazıyla da yazılmıştır.
Tragedya Yunanca tragoidia sözcüğünden gelir. Tragos keçi, oidia ise ezgi anlamındadır. Böylece tragedya "keçi ezgisi" anlamındadır. Tragedyanın sözlük anlamı; Ciddi ve hüzün verici karakterlerden kurulu ve sonu kötü biten bir dramatik yapıttır. Bu tanım tragedya için ne kadar yetersiz bile olsa, tragedya bu kavram üzerinden yola çıkılarak anlatılabilir.
Tragedya, bir kahramanın kendi çevresinde gelişen olaylarla savaşıp kendinden daha büyük ve anlamlı olduklarını anlayıp bu olaylar karşısında yenik düşmesini anlatır. Tragedya oyularında gelişen olaylar kahramanın yenilmesi ve ölmesiyle önem kazanır. Tragedya oyunlarında ve Shakespeare'in tragedyalarında oyunlar genellikle kahramanın ölümüyle sonuçlanır. Fakat ölüm her zaman acı verici olmayabilir. Kendi yaşamımızda da bizim dışımızda yani bizden soyutlanmış ölüm olayları trajik olmaktan çıkar.
"Örneğin bir bebeğin ölümü, bir katilin asılması, bir psikopatın intiharı, çevreden ve sorunlardan soyutlandığı anda hiç acı verici olmayabilir. Bu öykülerde olayları birebir yaşayan kişiler için acı olaylardır". Mesela o bebeği kaybeden anne için olay tam bir trajedidir.
Tragedyada, yani dramatik anlamda olay örgüsü sürükleyicidir. Çok fazla kesilmez..Olaylar, heyecanı ve gerilimi yüksek oyunlardır. Bu yüzden seyirci kendini olaylara kaptırır, kendini oyuncuların yerine koyar ve olay örgüsü içinde yaşananları kendi de sahnedekiler gibi yaşar.
Dramatik oyunu sahneye koyacak olan oyuncu da karakteri tam anlamıyla yaşar.Oyunun akışına kendini bırakır ve olay örgüsü içinde kaybolur gider.

Tuluat: Karagöz ve Ortaoyunu'nda olduğu gibi, önceden yazılmış bir metne dayanmadan ama örgüsü önceden bilinen, oyuncuların bu örgüye göre o andaki buluşlarıyla konuşarak geliştirdikleri halk tiyatrosu türü.

Tumturak: Sözlü ve yazılı anlatımda yersiz ve gereksizce büyük laflar, tantanalı sözler etmekten doğan anlatım eksikliği.

Tutarsızlık: Düşünce, duygu ve imgeleri yansıtan sözcüklerin, cümlelerin birbirini kavramayışları ya da dilsel ve mantıksal yönden bağlanamamayışından kaynaklanan anlatım kusuru.

Tuyug: Aruz ölçüsünün belirli bir kalıbıyla yazılan, dört dizelik nazım biçimi.

Tür: Edebiyatta ortaya konan eserlerin konu ve hedef kitlesi açısından sınıflandırılmasıdır.

Türetme: Sözcüklerin kök ve gövdelerine yapım eki getirerek onlardan yeni sözcükler oluşturma yöntemi.

Türk Edebiyatı: İlk çağlardan itibaren Türk diliyle yaratılmış sözlü ve yazılı tüm ürünlerin genel adı.

Türkü: Halk şiirinde kendine özgü bir ezgiyle söylenen, kavuştaklı bir nazım biçim
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

U-Ü

Ulama: Bir sözcüğün son sesiyle onun ardından gelen sözcüğün önsesinin kaynaşmasına yol açan birleştirme.

Uyak: Sözcük ve eklerin son heceleri ya da en az iki dizenin sonunda yinelenen ses benzerliği.

Uyarlama: Yabancı dilden çevrilen bir metni, çevrildiği dili kullanan toplumun yaşam koşullarına, töre ve geleneklerine uydurma işi.

Uzun Hece: Arapça ve Farsça'dan dilimize geçen sözcüklerde görülen, her zaman uzun bir sesli ile biten hece. (Hala, fani vb.)

Üç Birlik Kuralı: Trajedi'nin oluşmasını sağlayan kurallara verilen addır. Yer, zaman ve konu birliğini içerir.

Ünlem: Söyleyenin duygusal tepkisini dile getiren; korku, sevinç, şaşkınlık, acıma gibi duygularla birlikte çağrı, buyruk, yasaklama bildirerek bir başına cümle oluşturan sözcüklere verilen addır. (Haydi!, Ey!, Vay! vb.)

Ünlü Uyumu: Bir sözcüğün yapısı içinde yer alan bir ünlünün etkisiyle öteki ünlülerin de ona uyması sonucu ortaya çıkan ilerleyici ve gerileyici benzeşme durumudur.

Ünsüz Uyumu: Bir sözcükteki ünsüzler arasında görülen benzeşime verilen addır.

ÜSLUP: Sözlük anlamı "tarz, yol, usül"dür. Edebiyat terimi olarak üslup, dilsel araç ve olanaklardan yararlanarak düşünce, duygu, hayal ve eylemlerin özgün, kişisel bir yaklaşımla ifade ediliş biçimi, anlatılış tarzı. "Biçem, stil, deyiş, eda, özanlatı, tarz" kelimeleri de aynı anlamda kullanılmıştır.

Üslup kişiye özgüdür; yazardan yazara değişir. Aritoteles'e göre yazar sayısı kadar üslup çeşidi vardır. Yine Buffon: "üslup yazarın ta kendisidir." Demektedir.

Geçmişte üslup; sâde, süslü (müzeyyen), yüksek (âli) olmak üzere üçe ayrılmıştır:
1) Sâde üslup: Yapmacıksız, süssüz, günlük konuşma dilinin temel alındığı, öğretici yazılarda kullanılan üslup.
2) Süslü (müzeyyen) üslup: Mecaz ve söz sanatlarına, anlam oyunlarına önem veren üslup.
3) Yüksek (âli) üslup: Düşünce ve duyguların yüceliğine, anlamın sağlamlık ve doğruluğuna, sözcüklerin seçkinliğine önem veren üslup.
Artık günümüzde üslup anlayışındaki bu ayrımlar ya da sınıflamalar geçerliliğini yitirmiştir. Bugün, modern eleştiride şöyle bir üslup sınıflaması yapılmaktadır:

Yazarın adıyla anılan üslup (Homer üslubu gibi).

Çağa bağlı üslup (Ortaçağ üslubu gibi).
Dile bağlı üslup (Germen üslubu gibi).
Konuya bağlı üslup (Filozofik üslup gibi).
Ülkeye bağlı üslup (Provens üslubu gibi).
Okuyucu - alıcı topluluğuna göre üslup (Popüler üslup gibi)Eserin amacına bağlı üslup (Alaylı üslup gibi).

Bunlardan başka üslubun oluşmasında etkisi ve ilgisi bulunan şu faktörleri de gözden kaçırmamak gerekir: Yazarın edebiyat ve sanat geleneği, edebiyat ve sanat anlayışı, siyasi (politik) görüşü, yazarın yaşı, erkek ya da kadım oluşu, kişisel psikolojik yapısı, mizacı, karakteri, eğitim ve öğretimi, dilinin bağlı olduğu dil grubunun lengüistik (dilsel) özelliği, dış kültür ve yabancı dillerle ilgisi, okuyucuya davranışı, cümle kuruşu...

Günümüze kadar önemli yerli ve yabancı kaynaklarda, üslup çeşidi olarak sayılanlar arasında şunlar var: Akıcı, bayağı, belgin, canlı, çocuksu, estetik, hoyrat, özensiz, özentili, parçalı, pitoresk (resmimsi), renkli, süslü, sürükleyici, yalın, yapma, yüce, zarif, zengin, samimi üslup.


Üstdil: Özellikle belirli bir alana özgü olan bir konuyu ya da o konuyu açıklamak için kullanılmış olan konu dilini betimlemek için oluşturulmuş araç dil.
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

Y

Yazı Dili – Konuşma Dili: Yazı dili, bir ülkede konuşulan şive ya da ağızlar içinden
yaygınlaşıp egemen olan ortak dilin yazışmalarda kullanılması, bilim ve sanat yapıtlarının bu ortak dille yazılması sonucu ortaya çıkan yazılı dildir.
Günümüz Türkçesinde İstanbul ağzına dayanan yazılı dil hem ortak dildir, hem de Türk yazı ve edebiyat dilidir. Genelde yazı dili ve edebi dil kavramları eşanlamlı kullanılmaktadır.

Konuşma diline gelince: konuşma dili, bir ulusun dilinin yazıyla ilişkisi olmayan ve çeşitli söyleyiş özellikleri taşıyan yönüdür. Dilin gelişiminde temel, konuşma dilidir. Değişik yöntemlerle yazıya geçirme sistemlerinin hepsi, konuşma diline dayanır.

Yeni: Daha öncekilerden farklı olan; modern, dinç, dinamık, orijinal, eskimemiş... Sanatçılar
arasında çağı gelmiş – geçmiş, ya da yaşlanmışlar için "eskiler"; yeni ortaya çıkanlar ve gençler için de "yeniler" gibi ifadeler kullanılmaktadır. Gerçek anlamda yeni, her çağ ve her ulusta yeni kalabilen, hiç eskimeyendir.

Yeni Roman: 1950'lerde Fransa'da yazılmaya başlanan ve geleneksel roman anlayışına
karşı geliştirilen, kendine özgü anlatım tekniklerine, yazınsallığa ağırlık veren, öznelliğe dayanan ürünler ortaya koyan bir roman akımı.

Yıllık: Yılda bir çıkarılan ve bir yılın olaylarını kapsayan kitapların genel adı.eş.Salname.
Belirli bir alana ya da konuya ayrılmış sinema yıllığı, edebiyat yıllığı gibi
yapıtların yanı sıra bütün bir yılı çeşitli yönleriyle yansıtmayı amaçlayan yapıtlar da çıkarılmaktadır.


Z

ZEYL: Divan edebiyatında bir yapıtı tamamlamak için yazılan bölüme ya da yapıta verilen ad.

Zeyl, bir yapıtın yazarınca yazılabileceği gibi, başka bir yazar tarafından da yazılabilirdi. Özellikle İslami bilimlerde yazılan zeyller başlıbaşına bir yapıt niteliği taşır..
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

Benzer Konular (5)

Clicky